mutlu çocukların gözündeki parıltı gibidir gönlümdeki ışık. umutluyum. güveniyorum. her dakika bana yeni bir şey. yeni şeyler getiriyor her saat ve her gün. yazmak istiyorum. ağlamak da... artık utanmıyorum. yok yok. bu yanlış kelime. artık çekinmiyorum. evet bu doğru artık çekinmiyorum kimseden. vardım farkına çekinmenin gereksizliğinin. saçlarına yıldız düşmüş ağlama annem. neden yanlış olsun ki gözyaşının düşmesi. hem de çok masum bir şekilde. ben bu kanunu değiştiriyorum. ağlamak ayıp değil artık bu ülkede. benim ülkemde... artık ağlamamak ayıp... ağlamamak ayıp.
konuşmak neden zordur türkçeyi? fasa fisolara daha ne kadar dayanır bir insanın atan kalbi. gereksiz şeylere neden bu kadar önem verirler ki insanlar? neden resimdeki ağlayan o kadın dururken çerçevenin kenarındaki çiziğe bakarlar. çizik bulan insan neden sevinir ki? asıl olanı kaçırdığına üzüleceği yere... habersiz mi? ne? habersiz olduğundan da mı habersiz? ups, ne kötü durummuş...
acaba sanatın s sini bilmek mi önemlidir t sini bilmek mi? bir s çizsem evdeki duvara hanım kızar mı acaba.. bi s de sen çizersin belki hı? :) hı? :\ ı ı mı? beş kardeş mi? para mi? :) saçmalama mi? peki. ama saçmalanmaz taranır.. hı? iyi peki sustum :/
dalmak çok güzel bir müziğe kapayıp gözleri. kirpiklerin ıslanmasını hissetmekse bir başka. ohhh! piyano ruhuma dokunuyo sanki. bu dünya ve öbür dünyanın dışında bir dünya bu. ordan yazıyorum gözlerim kapalı. her çıkış iniş beynimi sellere vuruyor. huzur... istemsiz gülüşler. hamd... offff... harika.. allahım sana teşekkür ediyorum..
Desem ki aşığım sana aşk kifayetsiz sana Kurbanım o güzel aşkına bakışına Kaşların öldürüyor beni, kipiklerin de hâlâ Uzaklaşırken bedenim, ruhum sana dalmış sana.
Neden olmasın ki, şimdi bitiversen yanimda Bulmuşken yarimi kondursam alnina Huzur soluyan başın omzumda, bakarken semaya Sıcaklığın boynumda, ölüm solumda, yaşlar ucunda.
Korkarım o yaş düsmeyecek, ölüm yakında Sinmiş sinsice bir köşeye, bekliyor beni benim seni bekledigim gibi Sokuluyor koynuma yavaşca, sıcakça Süzülüyor semaya bembeyaz ve soğukça. Üşüyorum.. Üşümezdim ki hiç, sen ölüm olsaydın bana.
20 Nisan 2010 Salı
- burda mısın? x değilim... - burdasın.. x hayır! uzaktayım ben. - kalbim burada ama...
- sen kimsin? x benim! tanımadın mı? - sen... sen o musun? x benim işte... - neden şimdi? x ...
- ağlıyor musun? x ... - ben de ağlıyorum. x sen ağlama, lütfen! - çok da ağladım zaten. x kıyamam sana. - ...
- sen de ağladın mı hiç? x çok... - neden gelmedin? x geldim.. sen yoktun. - ben sen de kayboldum. x bende nerde? - kalbimde, sende.. bilmiyorum işte...
x sen delirmişsin... - ben benim! x bu ne demek şimdi? - sen kimsin demek... x beniiimm! :( - o zaman bu kim? x o da benim! - yalancısın.. sen hiç o olmadın!.. o çok masum, biricik ve hep benle...
Zamanın birinde bir yerlerde, gözlerin değmediği yemyeşil çimlerin üstünde koşarken zaman, takılıvermiş aklına; ben kimim, neyim, nereden geldim, nereye bu gidişim? Kimdir sahibim ya da neyin sahibiyim?
Demiş tamam.
Ne edeyim? Bir plan çizip, ona muvafakat edeyim.
Derken, duruvermiş birden, başlamış düşünmeye ve düşünmeden gülümseyivermiş ılık rüzgarı kulaklarında hissederken.
Sonra bir gülme sesi... Açmış hemen gözlerini, bakmış o yana ki güneş de gülümsüyor; zira aynı rüzgar onun kulaklarını da gıdıklıyor.
Göz kırpıp güneşe başlamış yine düşünmeye, kapalı gözlerle ve tatlı gülüşüyle...
Demiş ki; sanırım şudur ilk görevim, her şeye hak ettiği kadar bölünmeliyim. Bir anda gözlerinin önüne serilivermiş bölünebileceği her şey. Ama içi birden öyle kötü olmuş ki, açıvermek ve bu düşünceden vazgeçmek gelmiş içinden. Sonra ne olduysa, açmamış; devam etmiş düşünmeye. İçi kötü olmuş zira öyle bir şey varmış ki; Ona kendini tümüyle ayırsa hatta artsa artsa, çoğalsa kendini tamamen ona verse yine de onun hakkı verilmezmiş.
Ancak O çok merhametliymiş ve zamandan bunu istememiş. Sadece çok az bir bölümünü kendisine ayırmasını söylemiş, gerisinde de iyi işler yapmasını istemiş.
Çok şükretmiş. Hatta bunun üstüne kendisi de şükrünü göstermek için birazını daha bırakmış orada.
Oradan ayrılınca karşısına bu dünyayla alakalı işler çıkmış. Anlamış ki bu dünyada yaşayabilmek için de biraz bölünmesi gerek. Orada da bırakmış bir kısmını; hatta biraz da fazla bırakmış ama abartmamış. Çünkü zaten çok da değilmiş zaman! Tabi bu önceki gibi olmamış, şükrünü îfâ etmek için bölündüğünde, herkes için bölünmüş. Ama bu sefer kime aitse hepsine göre farklı farklı bölünmesi gerekmiş. Kimi erkekmiş evini geçindirecekmiş, kimi kadınmış ev işleri onu beklermiş, kimi öğrenciymiş okula gidermiş, ders çalışırmış… Çeşit çeşit insan, çeşit çeşit görev, çeşit çeşit bölünüm…
Zaman bunun farkına varmış ama şunu da hiç unutmamış; hangi işe bölünürse bölünsün ya kişiye ya da topluma faydası dokunacak şeylere bölünecekmiş. Bunu ana esas kabul edip çıkmış yola…
Eh, tabi zaman doğru bölününce hem insanlar mutlu olmuş, hem de toplum refah bulmuş, zaman da köşesine kurulmuş. Gel zaman git zaman bu bir alışkanlık olmuş. Zaman etrafına bakmış, zamanını bol sanıp da har vurup harman savuran kimse yokmuş.
yağmur da var hafif çiseliyor ara sıra kesif mi kesif
çatlamaya yüz tutmuş topraklarım toprağım, topraktanım, toprağayım, çağlar bir bıraksam dudaklarım ama tutmak zorundayım dişlerim ve parmaklarım...
arsızlığa yer yok ki yüreğimde hiç kızarmayayım erkekliğin yüzdesini bilmem ki koşup kaçayım düşünmemezlik mübah değil ki saçıp savurayım belli ki çeneme bir kement vuracağım.
yüreğime geceler gerek dizgin misali kusmam gerek, zihnim bulandı bir hayli ortalığı batırmadan bir yer seçmeli belki de içime etmeli... her zaman ki gibi...
çıldırmış sanki bütün sonbahar yaprakları bir kadınmış gibi dans ediyor rüzgarla hiç utanmadan dalların gözyaşlarına aldırmadan bırakıyor yüzü koyun sanki seven o değilmiş ölürcesine bağlanan o değilmiş senden ayrılırsam ölürüm diyen başkasıymış gibi...
süzülüyor bir yaprak çıldırmış gibi kendini rüzgarın soğuk ellerine bırakmış süzülüyor, süzülüyor sanki huzuru tadıyor gibi gün ağarıyor, güneş ağlıyor karışıyor denizin gözyaşları dallarınkine... her şeyde bir gözyaşı nedir bu Allah aşkına neden bu yaprak bu kadar habersiz, bu kadar leyla kaptırmış kendini rüzgara...
yaprak saf rüzgar nankör ve hain hani nerde insaf
çakıldı yere yaprak rüzgar bakmadı ardına çekip gitti bambaşka diyarlara geriye kalansa... sadece göz yaşı dallar ve yaprakta..
İçimde bi sıkıntı?! bilmiyorum ki neden? Sahi! neden yüreğimde hava kapalı ve basık? Bi yağmur yağsa rahatlayacak gönlüm... Nerede kaldı ki şu yağmur... Küstü mü yoksa bana? Güneş neden battıki şimdi, sırası mı yani? Halbuki daha yeni doğmuştu, Yeni ısınmıştı içim... Nerede güneş; fırtınalar mı yuttu yoksa içindeki? Gökyüzü uyudu mu? Bulutları çekip üstüne... Nerede gözleri? Her zaman kırptığı... Şimdi sırası mıydı yani? Yoksa bu mudur adetin? Bu mu olacak?Her zaman... Böyle mi olacak? Ama neden? Neden...
Çiçeklerin kokusuna imrendiği bir kız... Gözlerin görmediği güzellik, suskunluğa bel bağlamış haykırışlar, ve yaprak hışırtıları arasında boğuk bir ses; seni seviyorum! Ama yürekten; derinlerdeki sancının çıkardığı kıvılcımla patlamış ses, boğuk ses; boğazda düğümlenip kalanı gözlerden süzülmüş ses...
Korkunç çığlıklar peşinden huzur dolan kalp, dolanbaçlı yollarda ayağı yarılmış, canı yanmış gönül; şimdi durmaz olmuş yerinde, kar kış bilmez olmuş yanar bu gönül.
Ayakların yorulduğu yolculuklar isterim, lastikler şöyle dursun. Sonra bi ağacın gölgesinde bağdaş kurmak belki de hayal kurmak... Buz gibi suyumu lıkır lıkır... Şöyle bir kurulup yarım saat kestirmek isterim, yumuşacık yataklar şöyle dursun. Uyanınca ağzımda bir kuruluk. Suyum nerede? Uff, dökmüşüm uyurken. Ama neden? Başlarım yürümeye hava ayaz mı ayaz.. değil tabiki... Güneş dik dik bakıyor. Susuzluğumu hissediyorum her adımda biraz daha. A a! buldum işte neden? Susuzluğu hissedeyim diye... Ohh susuzluk varmış be! çoktan beri tatmamıştım susuzluğu. Ama tamam bu kadar susuzluk yeter, her şeyin fazlası zarar değil mi! E yeter artık. Boğazım genzime mi yapıştı? Sanırım... O da ne :)) oley.. Bir pınar! Çook güzel gözüküyor. Acaba nasıl tadı? Yoksa buz gibi mii? Son adımlarını atan bacaklar son bir hamle koşarlar suya doğru. Pınar fışkırmaktadır. Önce elinle bir kontrol edersin nedir ısısı. Off! el değmiyor! Dayarsın ağzını ve kanıncaya kadar içersin buz gibi pınardan. Sonra bir de ağaç lazım. Eh biraz kestirelim demi. Uzun zamandan beri ilk defa böyle bir susuzluk tadıyosun sonra buz gibi bir su, e bir de uyku molası iyi gider bunun üstüne. Bir ağaç arıyo gözlerim, biraz ilerde bir ağaç var sanki ama biraz garip gözüküyor. sadece dallarını görebiliyorum. Noluyor ya, güneş mi vuruyo gözlerimi neden tam açamıyorum... Neresi burası? Yaa! suyumu dökmüşüüm...
27 Ocak 2010 Çarşamba
Aşkın gözümü alırdı bir aralar Şimdiyse toz duman buralar
Kapkaranlık Siyahı ruha yamayan Boş bir oda Sessiz çığlıkların korkularla seviştiği... Ferdiyetin fayda vermediği...
Kıpkırmızı, Bir nar kusmuş tüm kinini etrafa; Parlaknar taneleri, İçindeinsan dişleri, Günahlar...
Etrafta insanlar Ne kadar parlak aslında kırmızılar Amakaranlıkgözleri alıyor Kimi görüyortaneleri İleriliyor odanın sonuna Basmadançamurlaşmışkırmızıya Tek başına!
Kimiyse kana buluyor karanlığı Karanlıksa cani Acımıyor, emiyor her çiğneyeni.