Desem ki aşığım sana aşk kifayetsiz sana Kurbanım o güzel aşkına bakışına Kaşların öldürüyor beni, kipiklerin de hâlâ Uzaklaşırken bedenim, ruhum sana dalmış sana.
Neden olmasın ki, şimdi bitiversen yanimda Bulmuşken yarimi kondursam alnina Huzur soluyan başın omzumda, bakarken semaya Sıcaklığın boynumda, ölüm solumda, yaşlar ucunda.
Korkarım o yaş düsmeyecek, ölüm yakında Sinmiş sinsice bir köşeye, bekliyor beni benim seni bekledigim gibi Sokuluyor koynuma yavaşca, sıcakça Süzülüyor semaya bembeyaz ve soğukça. Üşüyorum.. Üşümezdim ki hiç, sen ölüm olsaydın bana.
20 Nisan 2010 Salı
- burda mısın? x değilim... - burdasın.. x hayır! uzaktayım ben. - kalbim burada ama...
- sen kimsin? x benim! tanımadın mı? - sen... sen o musun? x benim işte... - neden şimdi? x ...
- ağlıyor musun? x ... - ben de ağlıyorum. x sen ağlama, lütfen! - çok da ağladım zaten. x kıyamam sana. - ...
- sen de ağladın mı hiç? x çok... - neden gelmedin? x geldim.. sen yoktun. - ben sen de kayboldum. x bende nerde? - kalbimde, sende.. bilmiyorum işte...
x sen delirmişsin... - ben benim! x bu ne demek şimdi? - sen kimsin demek... x beniiimm! :( - o zaman bu kim? x o da benim! - yalancısın.. sen hiç o olmadın!.. o çok masum, biricik ve hep benle...
Zamanın birinde bir yerlerde, gözlerin değmediği yemyeşil çimlerin üstünde koşarken zaman, takılıvermiş aklına; ben kimim, neyim, nereden geldim, nereye bu gidişim? Kimdir sahibim ya da neyin sahibiyim?
Demiş tamam.
Ne edeyim? Bir plan çizip, ona muvafakat edeyim.
Derken, duruvermiş birden, başlamış düşünmeye ve düşünmeden gülümseyivermiş ılık rüzgarı kulaklarında hissederken.
Sonra bir gülme sesi... Açmış hemen gözlerini, bakmış o yana ki güneş de gülümsüyor; zira aynı rüzgar onun kulaklarını da gıdıklıyor.
Göz kırpıp güneşe başlamış yine düşünmeye, kapalı gözlerle ve tatlı gülüşüyle...
Demiş ki; sanırım şudur ilk görevim, her şeye hak ettiği kadar bölünmeliyim. Bir anda gözlerinin önüne serilivermiş bölünebileceği her şey. Ama içi birden öyle kötü olmuş ki, açıvermek ve bu düşünceden vazgeçmek gelmiş içinden. Sonra ne olduysa, açmamış; devam etmiş düşünmeye. İçi kötü olmuş zira öyle bir şey varmış ki; Ona kendini tümüyle ayırsa hatta artsa artsa, çoğalsa kendini tamamen ona verse yine de onun hakkı verilmezmiş.
Ancak O çok merhametliymiş ve zamandan bunu istememiş. Sadece çok az bir bölümünü kendisine ayırmasını söylemiş, gerisinde de iyi işler yapmasını istemiş.
Çok şükretmiş. Hatta bunun üstüne kendisi de şükrünü göstermek için birazını daha bırakmış orada.
Oradan ayrılınca karşısına bu dünyayla alakalı işler çıkmış. Anlamış ki bu dünyada yaşayabilmek için de biraz bölünmesi gerek. Orada da bırakmış bir kısmını; hatta biraz da fazla bırakmış ama abartmamış. Çünkü zaten çok da değilmiş zaman! Tabi bu önceki gibi olmamış, şükrünü îfâ etmek için bölündüğünde, herkes için bölünmüş. Ama bu sefer kime aitse hepsine göre farklı farklı bölünmesi gerekmiş. Kimi erkekmiş evini geçindirecekmiş, kimi kadınmış ev işleri onu beklermiş, kimi öğrenciymiş okula gidermiş, ders çalışırmış… Çeşit çeşit insan, çeşit çeşit görev, çeşit çeşit bölünüm…
Zaman bunun farkına varmış ama şunu da hiç unutmamış; hangi işe bölünürse bölünsün ya kişiye ya da topluma faydası dokunacak şeylere bölünecekmiş. Bunu ana esas kabul edip çıkmış yola…
Eh, tabi zaman doğru bölününce hem insanlar mutlu olmuş, hem de toplum refah bulmuş, zaman da köşesine kurulmuş. Gel zaman git zaman bu bir alışkanlık olmuş. Zaman etrafına bakmış, zamanını bol sanıp da har vurup harman savuran kimse yokmuş.